28 Mart 2018 Çarşamba



Hani eğitim adası olacaktık?

Yurtdışından öğrencilerin tercih edeceği “eğitim adası” olma iddiasıyla yola çıkılmıştı ancak yarı yolda kalındı. Bir zamanlar gelecek vadeden yükseköğrenim sektörü,  siyasi ranta kurban edildi. Öğrencilerin, eğitim dışında başka işlere karıştığı bir ülke olarak anılır hale geldik.

Üniversite enflasyonu yaşanan ülkemizde öğrenciler, bet ofisleri başta olmak üzere, pek çok sektörde kaçak olarak çalışıyor. Dikkatinizi çekmiştir belki, polis tarafından yapılan sanal bahis baskınlarında, kaçak bet ofislerinde çalışanların büyük çoğunluğunu üniversite öğrencileri oluşturuyor.

Evlerde, apartman dairelerinde kayıt dışı faaliyet gösteren bet ofisleri var. Özellikle Girne bölgesine yoğun olarak bulunan bu ofisler, üniversite öğrencileri tarafından çalıştırılıyor. Buradaki ofisler, internet üzerinden izinsiz olarak bahis ve kumar oynatan birçok bahis sitesine ‘Call Center’ ve ‘Finans hizmeti’ vermek suretiyle yasadışı bahis ve kumar oynatılmasına olanak sağlıyor.

Kuzey Kıbrıs’ta, 51 bet ofisi var ve bunlar yasal olarak kayıtlı 5 şirkete ait. Bet ofislerin sayısının 51’den 40’a düşürülmesi hedefleniyor. Peki, bet ofislerini kapatmakla kalıcı bir önlem sağlanmış olur mu? İş, sadece bet ofislerini kapatmakla sınırlı kalmamalı, ilgili bakanlıkların da dahil olacağı bütünlüklü bir program izlenmeli…

Hükümet programında “sanal bahisin denetim altına alınması için yasal düzenleme yapılması, bet ofisleri konusundaki denetimlerin artırılması ve bu konuda hazırlatılacak ayrıntılı rapor çerçevesinde kapatma, sayının azaltılması, açılabileceği mekanların düzenlenmesi dahil çözüm olasılıkları değerlendirilerek gerekli girişimlerin yapılacağı” yer alıyor.

Bunlar iyi, güzel de Kuzey Kıbrıs’a “öğrenci” adı altında gelip üniversitede derslere girmek yerine, bet ofisleri de dahil olmak üzere kaçak olarak çalışanlar için neler yapılacak? Eğitim Bakanlığı bu konuda bir program yürütüyor mu? Buralara eğitim almak için gelen gerçek öğrenci ile eğitimle alakası olmayanları ayırmak için somut bir girişim yapılacak mı? Öğrencilerin bet ofislerinde çalışmalarını engellemek için yasal düzenlemelere gidilecek mi? Bunlar hemen akla gelen ve yanıt bekleyen sorular…


Kayıt dışı iş gücü
Ülkede “öğrenci” statüsünde bulunanların bir kısmı sanal bahis siteleri dışında başka sektörlerde de kayıt dışı iş gücü olarak karşımıza çıkıyor. Geçtiğimiz yıl bu rakamın 20 bin civarında olduğu tahmin ediliyordu. Üniversiteye kayıt yaptırarak ülkemizde öğrenci statüsüyle bulunan bu kişiler, okul harçlarını yıl içerisinde ödeyemediği için  “kaçak öğrenci” konumuna düşüyorlar. Türkiye ve özellikle üçüncü ülkelerden öğrenci olarak gelenlerin, günlüğü 35- 40 TL’ye inşaatlarda, restoranlarda, kafelerde çalıştığı biliniyor.

Bu durum yeni değil. Konu, Eğitim Bakanlığı yetkililerinin bilgisi dahilinde olmasına rağmen, aradan geçen bir yıl içinde tek bir adım atılmadı. “Gerekli önemler alındı”  dendi fakat bugün görüyoruz ki o sözü edilen “gerekli önemler” tam olarak alınmamış. Bir tüzük hazırlanacak, öğrencilerin, ülkeye her giriş - çıkışlarında sağlık belgesi ve öğrenci belgesi zorunluluğu getirilecekti. Ne oldu? Yeni Eğitim Bakanı’nın daha da geç olmadan konuya el atması kaçınılmazdır.

Yine hükümet programında, “Ülkemizdeki yükseköğretim kurumlarına başvuran yabancı öğrencilerin kayıt-kabul koşullarını belirleyen yasal düzenleme YÖDAK ile işbirliği içerisinde yapılacaktır. Bu öğrencilerin eğitim durumlarının ve yaşam şartlarının takibi yapılacak, üniversitelerimizin eğitim dışı amaçlarla istismar edilmesinin önüne geçilecektir. Yabancı öğrencilerin ülkemize adaptasyonu, buradaki sosyal ve ekonomik yaşama entegrasyonu için ilgili kurumlarla ortak çalışma başlatılacaktır” ifadelerine yer veriliyor.

Umarım tüm bunlar “yapılacaklar” olarak kalmaz ve en yakın bir zamanda ete kemiğe bürünür.


12 Mart 2018 Pazartesi


Barış sürecinde daha çok kadın…

“Bizi ayıranı değil, birleştireni konuşalım” diyor Margareta Wahlström. Wahlström, İsveç Kızıl Haç Başkanı ve Birleşmiş Milletler (BM) Eski Afet ve Acil Yönetim Özel Sekreteri. Kıbrıs’taydı ve kadının barış sürecindeki yeriyle ilgili konuşma yaptı; bizi de yakından ilgilendiren şeyler söyledi.

İsveç Dışişleri Bakanlığı, Wikipedia’da kadın temsiliyetinin artırılması çerçevesinde WikiGap adında bir inisiyatif üstlenmiş. Bu inisiyatif ile ilgili etkinliği de tüm elçiliklerinde uygulamaya koymuş. Ben de 8 Mart Dünya Kadınlar Günü çerçevesinde, geçtiğimiz hafta İsveç Büyükelçiliği tarafından organize edilen WikiGap etkinliğine katıldım. Bir grup kadına, Kıbrıs’ta barış ve siyaset çalışmalarında etkin rol alan Kıbrıslı Türk ve Rum kadınların Wikipedia’da temsili için nasıl yazı hazırlanacağı gösterildi. İlginç bir deneyimdi ve bu etkinliğin bir parçası olduğum için gurur duydum.

İsveç Dışişleri Bakanlığı’nın 2015 yılında oluşturduğu İsveç Kadın Arabulucular Ağı, çatışma çözümüne ve kadınların kalıcı barış süreçlerine anlamlı katılımını destekliyor. Bugün dünyadaki barış süreçlerinde müzakereci kadın oranı, sadece yüzde 9. Rakam çok düşük. Kadınların etkinliğinin daha çok ön plana çıkarılması için kadınların birbirlerini desteklemesinin önemli olduğu vurgulanıyor. Barış inşa edilirken, sivil toplumları ve en başta kadınları işin içine katmak gerekiyor. Kadınların barış süreçlerindeki karar alma mekanizmalarında söz sahibi olması elzemdir.

Wahlström’e, Afganistan’da tanıştığı kadınlar, çatışma çözümü için 30 yıldır yasal zemin üzerinde çalıştıklarını ancak bununla toplumu değiştirmede başarılı olmadıklarını anlatmışlar. Sivil toplumu, kadınları işin içine katmayınca barış inşa süreci sekteye uğramış.   
Toplumlar nasıl değişebilir? Toplumlara gelmeden önce insanlar değişebilir mi? Ön yargılar kırılabilir mi?  Sizi ayırandan ziyade, birleştiren ortak noktalarınızı konuşarak ilerleyebilme imkânı var. Ancak konuşmak kadar, dinlemek de önemli. Barış süreçlerinde her ne kadar konuşmada ustalaşmış olsanız da en önemli meziyet, karşınızdakinin ne dediğini anlamak. Tabii bu da yargılamadan dinlemekten geçiyor. Bir de karşılıklı güven duymayı öğrenebilmek diye bir şey var ki bizim en büyük eksiğimiz…

Son dönemlerde, “50 yıldır müzakere ediyoruz ancak hedefe ulaşmıyoruz” deniyor. Tüm bu müzakere süreçlerinde, toplumlar ne kadar barış süreçlerinin içine katıldı? Yarım asırlık dönemde pek çok plan yapıldı; hukuki, siyasi tartışmalar yürütüldü. Ancak her iki taraftaki liderlikler, “biz hukuksal ve siyasi zemin temelinde çözüm ararken, toplumlarımızı barış sürecine nasıl katabiliriz” diye pek düşünmedi. İki toplumun gündelik hayatının kolaylaştırması amacıyla teknik komiteler kuruldu ancak onlar da, birkaç tanesi hariç, her defasında çöken, sekteye uğrayan müzakere süreçlerinden nasibini aldı.

Müzakerelerle ilgili farklı metot arayışları var. Farklı metot arayışı derken, işin siyasi boyutu kastediliyor. Toplumların birbirine yakınlaştırılması ya da sivil toplumun barış sürecinde daha aktif olması yönünde bir formül geliştirilmeye çalışıldığını pek düşünmüyorum. Barış süreçlerinde kadının ve sivil toplumun daha etkin olması kaçınılmazdır.

Bir çözüm planına imza atabilirsiniz ama önemli olan kafalarda barışın yer bulmasıdır. Yeniden birlikte nasıl yaşayabiliriz? Birbirimize nasıl tolerans gösterebiliriz? Aktif barış eğitimini toplumlarımıza nasıl kazandırabiliriz? Kadınları aktif olarak barış sürecine nasıl katabiliriz? Bu adada birden çok farklı toplumun bulunması zenginliğimiz midir? Bu sorulara yanıt vermek için harekete geçtiğimiz gün, gerçek barışa ulaştığımız gündür…

27 Şubat 2018 Salı




Gündem Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nde reform

Kıbrıs müzakereleri başlar mıydı başlamaz mıydı, doğalgaz krizi çözülür müydü çözülmez miydi yoksa tüm bunlar müzakere masasına güçlü oturmak için kullanılan bir koz muydu değil miydi yönündeki tartışmaları bir kenara koyalım. Şimdi gündemde, Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nde (UNFICYP) yapılması planlanan stratejik reform var.

BM Genel Sekreteri’nin Barış Gücü Operasyonlarından Sorumlu Yardımcısı Lacroix Jean-Pierre, Genel Sekreter Antonio Guterres’in UNFICYP’in stratejik olarak yeniden incelenmesiyle ilgili önerisi çerçevesinde adada temaslarda bulunacak.

Guterres göreve, BM’de yapısal reformlara gidilmesi hedefiyle geldi. Bu reformlardan biri de barış gücü misyonlarını kapsıyor. UNFICYP de stratejik reform yapılanması çerçevesinde incelemeye alındı. Guterres, UNFICYP’in stratejik gözden geçirilmesiyle ilgili bir raporda, askeri ve polis personelinin daha etkili misyonu için asker sayısının 802’ye düşürülmesini önermişti. Güvenlik Konseyi de BM Barış Gücü’nün görev süresini 31 Temmuz’a kadar uzatan son raporda, Genel Sekreter’in Barış Gücü’nün “stratejik gözden geçirilmesi” (personelinin azaltılması ve işleyişinde yapısal değişiklikler yapılması) önerisine katıldığını belirtmişti.

Uzun dönemdir, Kıbrıs’ta bulunan UNFICYP’in geleceği konusunu tartışılıyor. BM’nin barış gücü misyonlarına maddi destek sağlayan ülkelerin başında ABD var. Ancak ABD, geçtiğimiz yıl bu desteği 1 milyar dolar civarında azalttı. BM de barış gücünün misyonları bütçesinde 600 milyon dolarlık kesintiye gitti ve 14 misyonunu finanse etmek için 6,8 milyar dolar ayırdı. Bu kararlar doğrultusunda  misyonlar, tek tek mercek altına almaya başlandı.
Burada bizi ilgilendiren misyon, haliyle UNFICYP. Son rakamlara göre UNFICYP’in yıllık harcamasının, 50 milyon Euro civarında olduğu görülüyor.

UNFICYP için ayrılan bütçenin 21 milyon Euro’luk kısmı, asker ve polise ait. Sivil personel için ayrılan rakam 12 milyon Euro. 17 milyon Euro ise operasyon giderleri olarak bütçede yer tutuyor.

Güney Kıbrıs, bu maliyetin üçte birini karşılarken, Yunanistan 6 milyon Euro’luk kısmına katkı yapıyor. Ayrıca Avusturya, Hırvatistan, Macaristan, İrlanda, İtalya, Slovakya, Hollanda, İngiltere, Arjantin, Brezilya, Kanada, Şili, Çin, Paraguay, Peru, Sırbistan, Bosna, El Salvador, Hindistan, Karadağ da destek veren ülkeler arasında yer alıyor. BM’nin 2008 yılından bu yana yayınlanan Kıbrıs raporlarında, maliyeti düşürmek amacıyla başka ülkelere ve kurumlara katkı koymaları yönünde çağrı yapılıyor.

UNFICYP, BM’nin uzun dönemli operasyonlarından biri; 54 yıldır adada bulunuyor.  UNFICYP’in görev süresi her altı ayda bir yenileniyor. 4 Mart 1964 tarihinde, BM Güvenlik Konseyi 186 numaralı kararı ile oluşturulan UNFICYP’in yarım asırdan fazla bir süre için görev yürüteceğini kimse beklemiyordu. Misyonun görev süresi uzadıkça, maliyeti de her geçen yıl katlanarak arttı.

UNFICYP için personel katkısında bulunan Avustralya, geçtiğimiz yaz personelini çekme kararı almıştı. Avustralya’nın bu adımını başka ülkeler de izler mi diye beklendi. Şu ana kadar Avustralya dışında başka bir ülke misyondan personelini çekmedi. Ancak bu, ileride diğerlerinin Avustralya’yı takip etmeyeceği anlamını da taşımaz. UNFICYP içinde yapılacak olan stratejik reform neticesinde, bu durum ileride daha çok netlik kazanacak.

20 Şubat 2018 Salı

Doğalgazda işbirliği ve diplomasi ihtiyacı

Kıbrıs açıklarında yer alan doğalgaz sondaj çalışmaları, sürekli gerginlik ve krize neden oluyor. Birleşmiş Milletler (BM) başta olmak üzere, bölgede sondaj çalışmaları için bulunan yabancı şirketler konuyla ilgili tarafların işbirliği halinde hareket etmesinin artık kaçınılmaz olduğunu düşünüyor. 
ENI ve TOTAL, şu anda bölgede çalışmalar yürüten dünyanın önde genel büyük petrol ve doğalgaz şirketleri. Bunlara yakında 10’uncu parselde çalışmalara başlayacak olan ExxonMobil ile Qatar Petroleum konsorsiyumu eklenecek. Dolasıyla tüm bu şirketler için bölgede gerginlik ve kriz yerine, güvenli bir ortam ve işbirliği büyük önem taşıyor. Bugüne kadar Güney Kıbrıs, bölgede arama yapan tüm bu uluslararası şirketleri bir çeşit koruma kalkanı olarak düşündü. Ancak son yaşanan kriz, böyle bir koruma kalkanının pek bir işe yaramadığını gösteriyor. Bu noktada tek bir şeye ihtiyaç var; o da işbirliği.

BM de doğalgaz nedeniyle yaşanan gelişmeleri tedirginlikle izliyor ve donem dönem gerginliğin yatıştırılması çağrısında bulunuyor. BM bu çağrısını sürekli yinelerken, bir de anımsatma yapıyor: “Adada iki taraf, daha önce doğal kaynakların yeniden birleşmiş bir Kıbrıs’ta gelecekteki federal hükümetin yetkisi içerisinde olacağına karar verdiler.”

 Nitekim BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, UNFICYP’in görev süresinin yenilenmesi ile ilgili son raporunda, Kıbrıs’ın çevresinde bulunabilecek doğal kaynakların her iki toplumun yararına teminat altına alınmasının önemini vurgulamıştı. Guterres, ortak doğal kaynakların varlığının tüm taraflar için Kıbrıs sorununa sağlam bir çözüm bulunması için güçlü bir teşvik olacağını ve tüm Kıbrıslılar ile bölgedeki tüm menfaat sahiplerinin yararı için daha derin işbirliği yaratacağı görüşünü yinelemişti.

Doğal kaynakların, iki toplumun yararına teminat altına alınması nasıl sağlanabilir? Sanırım burada atılacak olan en önemli adım, konun müzakerelere dahil edilip, bunun yazılı bir şekilde kayıt altına alınmasından geçiyor. Rum tarafı, doğalgaz konusunun bugüne kadar müzakerelere dahil edilmesine sıcak bakmıyordu. Ancak, bu konunun bir şekilde konuşulması, tartışılması kaçınılmazdır. Diplomatik atağa geçilmesinin de tam zamanıdır. Doğalgazın, yeniden başlaması muhtemel olan Kıbrıs müzakere sürecinde ilk ele alınacak ayrı bir başlık olarak değerlendirilmesi yönünde BM öncülüğünde aktif bir diplomasi uygulanabilir. BM, her ne kadar konuya doğrudan müdahil olmak istemese de bölgenin güvenliği açısından bu rolü üstlenebilir.

Doğalgazın müzakerelerde ele alınması durumda, Kıbrıslı Türklerin de haklarının korunacağı yönündeki açıklamaların sadece sözde değil, yazılı bir metin üzerinde garanti altına alınması istenebilir. Birleşik Kıbrıs’ta doğal kaynakların federal devlette kalacağı noktasından hareketle daha önceden önerilen ancak bir sonuç çıkmayan gelirlerin ortak fon üzerinden yönetilmesi önerisi de canlandırılabilir.

Tabii ki tüm bunların gerçekleşmesi bölgede gerginlik yerine, işbirliği anlayışı geliştirmekle mümkün olabilir. Bu anlayışa ne kadar yakınız? Açıkçası bilmiyorum…


Calypso’daki rezerv, İsrail ile Türkiye’yi yakınlaştırabilir mi?

İtalyan ENI şirketinin 6’ıncı parselde Calypso yatağında yaptığı keşif ve bunun Mısır’ın Zohr yatağındaki  rezerv benzeri olduğu yönündeki açıklama, Akdeniz’deki suların iyiden iyiye ısınmasına neden oldu.  Calypso’da doğal gaz rezervinin 230 milyar metreküp civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu keşif, İsrail’de alarm zillerinin çalmasına yol açtı. İsrail, Calypso’nun Zohr büyüklüğünde bir rezerve sahip olması durumunda, Leviathan’da yapılan çalışmaların ikinci aşaması ile ilgili gelişmelerin duracağından endişeli. Şu ana kadar Güney Kıbrıs ile İsrail arasında ikinci aşamanın yapılması için gereken sözleşmelerin imzalanamadığı söyleniyor. Diğer yandan, son keşif sayesinde Güney Kıbrıs’ın Mısır’daki Damietta Sıvılaştırılmış Doğalgaz Terminali’ni kullanarak ihracat yapması veya bu gazı sadece Mısır’da yerel pazara satması seçenekleri bulunuyor. ENI’nin Mısır’daki geçmişine bakıldığında ve Damietta LNG terminalinin de ortağı olduğu göz önüne alındığında, Güney Kıbrıs’ın Mısır’a gaz ihraç etmesi daha kolay görünüyor.

İsrail bu durumda ne yapacak? Şu anda İsrail’in takınacağı tavır net değil. İsrail, Avrupa’ya doğalgaz ihracı için iki önemli projeyi elinde tutuyor. Bunlardan biri Güney Kıbrıs ve Yunanistan bağlantısıyla İtalya’ya uzanacak olan boru hattı. Diğeri ise Türkiye’ye boru hattı döşeyerek, hem Türkiye’nin iç tüketimi hem de Avrupa’ya doğalgaz iletiminin sağlanması.

İsrail- Türkiye arasında doğalgaz boru hattı projesi ile ilgili ilk ilgili diyalog,  Ekim 2016’da başlamıştı.  Bu diyalogun 2017 yılı tamamlanmadan önce, ete kemiğe bürünmesi bekleniyordu ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. İki ülke arasındaki gergin ilişkiler nedeniyle proje zora girdi. Calypso’nun keşfinin ardından, bölgedeki dengelerinin yeniden değişmesi ihtimaliyle birlikte, iki ülke arasındaki işbirliği yeniden canlanabilir mi?  Bunu zaman gösterecek…







30 Ocak 2018 Salı

Kıbrıs’ta umutlar yeniden yeşerirken sivil toplum örgütleri
Güney Kıbrıs’ta bu hafta ikinci turu tamamlanacak olan Başkanlık seçimlerinin ardından, Kıbrıs görüşmelerinin yeniden başlayabileceği olasılığı üzerinde duruluyor.
Başkanlık seçimlerinin ikinci turunda, hale hazırdaki Rum Yönetimi Başkanı ve DISY adayı Nikos Anastasiadis ile AKEL’in desteklediği bağımsız adayı Stavros Malasyarışacak. Her ikisinin ikinci tura kalması, Kıbrıs’ta federal çözüm yönündeki umutları artırdı. Ancak, Malas’ın başkan olması durumunda, ret cephesinin baskılarına ne kadar dayanabileceği bilinmiyor. Maalesef geçmişteki müzakerelerde yaşanmış bir Dimitris Hristofyas örneği var. Anastasiadis, ikinci turda büyük ihtimalle ipi göğüsleyipyeniden başkanlık koltuğunun sahibi olabilir. Bu seçimler, Anastasiadis’in son 5 yılı olacak. Dolayısıyla Anastasiadis’inbu dönemde çözüme ulaşmak için gerekli siyasi iradeyigösterebileceği ve baskılara biraz daha rahat direnebileceği öngörülebilir…
BM, uzun yıllardır hem maddi hem de manevi ciddi bir enerji tüketimine yol açan Kıbrıs görüşmelerinin, artık nihayete ermesi gerektiğini düşünüyor. Adaylardan kim seçilirse seçilsin, bu kez sürecin gerçekten bitirilmesi için start verilecek. Bunun sonucu ya federal çözüm olacak ya da bu tarz bir çözüm arayışına nokta konacak. Kadife ayrılık veya başka çözüm seçenekleri gündeme gelir mi tartışılır ama net olan bir şey var o da yeni başlayacak süreç ya federal çözüm ya da hiçbir şey şeklinde kurgulanacak
Sivil toplumun sürece katılımı
Rum Başkan adayı Stavros Malas, seçimlerin birinci tur sonuçlarının açıklanmasının ardından yaptığı konuşmada, adada yeniden birleşme için sadece siyasi kararlılığın değil, toplumsal katılımın da gerekli olduğunu söyledi.
Peki, toplumsal katılım nasıl sağlanabilir? Elbette, sivil toplum örgütlerinin sürece dahil olmasıyla… Uzun bir süreden bu yana, sivil toplum örgütlerinin müzakere sürecinde daha etkin katılımı yönünde düşünceler ortaya atılıyor.
BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs’taki BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) görev süresinin uzatılmasıyla ilgili son raporunda, sivil toplumun sürece katılımının uygun bir şekilde arttırılması yönünde çağrı yapıldı.
Güvenlik Konseyinin daha önceden yayınlanmış raporlarında da sivil toplumun önemine yönelik atıflar var. BM, sivil toplumun siyasi sürece katılımının, ileride yapılacak bir anlaşmanın kalıcılığına büyük yardımı olacağının süreklialtını çiziyor. İki toplumdaki sivil toplum örgütlerinin aktifolarak birbirleriyle etkileşim içinde olmasının sağlanması ve özellikle kadınların barış sürecinde oynanacakları rolün önemi, BM’nin dikkat çektiği unsular arasında bulunuyor. 
İki toplum arasında gündelik hayatı kolaylaştırmak amacıylateknik komiteler kurulmuştu. Ancak, zaman içinde bu komitelerin pek çoğu işlevini tam olarak yerine getirmez hale geldi. BM, tabii bunun da farkında ve komitelerinçalışmalarının yoğunlaştırmasını istiyor. İyi de bazı konular yasal veya siyasi gerekçelerle komitelerin gündeminde takılıp kalıyor. Bu durumda ne yapılmalı? Belki de teknik komitelere,sivil toplum örgütlerinden daha çok katılım sağlanırsaözellikle siyasi nedenlerden ötürü tıkanıklık yaşanılankonularda, farklı çözümler üretilebilir.
Barış süreçlerinde kaygan bir zemin değil, sağlam zemin aranır. Bu noktadan hareket edersek, on yıllardır süregelen görüşmeler sonucu oluşturmaya çalışılan hukuki, siyasi müzakere zeminine, sosyal ve toplumsal unsurların da eklenmesiyle başarıya ulaşılabilir mi? Neden olmasın?




15 Ocak 2018 Pazartesi

Doğalgaz üzerinden güç gösterisi

Kıbrıs’ı çevreleyen Akdenizde dalgaz üzerinden sergilenen güç gösterisinde yeni bir aşamaya ulaştık. Güney Kıbrıs ve Yunanistan, Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) sınırlarını belirlemek için adım atarken, Türkiye de bölgede sondaj faaliyetlerini başlatamaya hazırlanıyor.

Kıbrıs açıklarında bulunması muhtemel doğalgaz potansiyeli147 milyar m3 olarak ortaya konmuştu ki bununla Kıbrıs’ınyüzyıllık enerji açığını karşılanabiliyor. Ancak, İsrail'in Tamar ve Leviathan bölgelerinde bulunan toplamda 950 milyar m3 doğalgaz ve yine Mısır’ın Zohr yatağındaki keşif, Doğu Akdenizi enerji piyasasında önemli bir konuma getiriyor. Rum hükümeti de İsrail ve Mısır’la ikili anlaşmalar yaparak,bu doğalgazın Avrupa pazarına ulaşması için tek alternatif olma çabasını sürdürüyor.

Aslında, Kıbrıs açısından işin ticari kısmından ziyade, siyasi kısmı daha çok önem kazanıyor. Kıbrıs sorununun doğalgaz üzerinden yönlendirildiğini açıkça görebiliyoruz. Bu güç oyunları üzerine kurgulanmış politika, önümüzdeki aylarda yeniden başlaması muhtemel olan Kıbrıs müzakerelerindetarafların masadaki pozisyonlarını da belirleyecek.

Hatırlanacağı üzere, SAIPEM 12000’nin, 6. parseldeki Calypso yatağında 1 Mart 2018 tarihine kadar sondaj yapacağıduyurulmuştu. Bunun ardından, Barbaraos Hayrettin Paşa sismik gemisinin denize açıldığı ilan edildi. Türkiye’nin bünyesine kattığı yeni sondaj gemisi Deepsea Metro-2’nin ise gerekli ön hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Akdeniz’de kazı çalışmalarına başlaması bekleniyor. Kısacası, sular yeniden ısınıyor.

Güney Kıbrıs-Yunanistan MEB çalışmaları ortamı gerdi
Güney Kıbrıs’ın Yunanistan hükümetiyle MEB belirlenmesi çalışmaları ortamı yeniden gerdi. Rum hükümeti ile Yunanistan, MEB sınırlarını belirlenmesi gerektiğini, bunun Doğu Akdeniz’deki enerji planlamaları açısından çok önemli olduğu görüşünü ortaya koyuyor. Ancak bu çalışmadanhemen sonuç alınmayacak çünkü Türkiye’nin, Meis Adası’nın Yunan MEB’ine dahil edilmesini kabul etmeyeceği biliniyor.

Türkiye MEB ilanına gitmedi
MEB’in azami uzunluğu, karasularının ölçülmeye başlandığı esas hatlardan itibaren 200 deniz mili olarak kabul ediliyor. MEB, deniz yatakları üzerindeki su kütlesine ilişkin münhasır haklar tanıyor.

Doğu Akdeniz’de, karşılıklı kıyıların uzunluğu 400 deniz milinden kısa ve bu nedenle bölgedeki devletlerin MEB sınırlarının belirlenmesi için karşılıklı anlaşma yapması gerekiyor. Türkiye, bu noktada Doğu Akdeniz’de MEB ilanı yoluna gitmedi. 
Türkiye ile Güney Kıbrıs’ın MEB alanlarının çakıştığı bölgeler var. Türkiye’nin MEB ilanına gitmemesine neden olarak, dönem dönem Kıbrıs’ta devam eden müzakere sürecigösterildi. Ancak, Rum hükümeti Mısır, İsrail ve Lübnan, ile ikili anlaşmalarla MEB ilanı yoluna gitti.

Doğalgazın müzakerkonusu olması
BM Genel Sekteri Antonio Guterres son yayınladığı Kıbrıs raporunda “Kıbrıs’ın Münhasır Ekonomik Bölgesi (MEB) içerisindeki hidrokarbon araştırması konusu, ilgili taraflar arasında gerginliğe yol açacak bir konu olarak durmaktadırdiyor.

Rum tarafı, Kıbrıs müzakerelerine doğalgaz konusu başlığının eklenmesine sıcak bakmıyor. Böylesine önemli bir değerin bir kenara konularak müzakere edilmemesi, iki tarafa da krizden başka bir şey kazandırmıyor. Son olarak Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Barış Burcu, Kıbrıs Türk tarafının özel bir komite kurularak meselenin teknik olarak ele alınmasını talep ettiğini ancak Rum lider Anastasiadisin buna yanaşmadığını açıkladı. 

Doğal gazın siyasi koz olarak kullanılmasının, taraflara hep o sözü edilen faydalar yerine, tam tersinkrizlerden oluşan zararlar getirdiğini gözlemliyoruz. Bu noktada BM, yeni bir süreçte doğalgazın müzakere konusu olarak eklenmesinde ısrarcı olabilir mi?  Belki olabilir. Bunu da Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum liderlerin daha önce doğal kaynakların, yeniden birleşmiş bir Kıbrıs’ta gelecekteki federal hükümetin yetkisi içerisinde olacağı yönündeki karalarına atıfta bulanarak yapabilir.